YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas: 2014/ 602
Karar: 2015 / 509
Karar Tarihi: 15.12.2015
Uyuşturucu madde ticareti suçundan sanıklar … ve …’in TCK’nun 188/3, 52/2-4, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 12 yıl hapis ve 24.000 Lira adli para, sanık …’ın aynı kanunun TCK’nun 188/3, 192/3, 52/2-4, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 6 yıl hapis ve 13.320 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmalarına, taksitlendirilmeye, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin, …. Ağır Ceza Mahkemesince verilen … gün ve … sayılı hükmün sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay … Ceza Dairesince … gün ve …-.. sayı ile;
“A- Sanıklar … ve … hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan verilen hükümlerin incelenmesinde:
Yargılama sürecindeki işlemlerin yasaya uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemin sanıklar tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, eylemlere uyan suç tipi ile yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; sanıklar müdafilerinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükümlerin onanmasına,
B- Sanık … hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan verilen hükmün incelenmesi:
Yargılama sürecindeki işlemlerin yasaya uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, eyleme uyan suç tipi ile aşağıda belirtilen dışındaki yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, sanık müdafiinin yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Sanık hakkında 8 yıl hapis cezasından TCK’nun 62. maddesi uyarınca 1/6 oranında indirim uygulanması sırasında hesap hatası yapılarak sonuç cezanın ‘6 yıl 8 ay’ yerine, ‘6 yıl’ olarak gösterilmesi,
Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, CMUK’nun 321. maddesi gereğince hükmün bozulmasına; ancak bu aykırılığın yeniden duruşma yapılmaksızın aynı Kanunun 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan; hüküm fıkrasının (2-c) ve (2-d) bentlerinde yer alan ‘altı yıl’ ibarelerinden sonra gelmek üzere ‘sekiz ay’ ibarelerinin eklenmesi suretiyle, hükmün düzeltilerek onanmasına” karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise … gün ve … sayı ile;
“1412 sayılı CMUK’un 326. maddesinin 4. fıkrasında; ‘Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz’ şeklinde düzenleme vardır. Aynı şekilde 5271 sayılı CMK’nun 307. maddesinin 4. fıkrası da; ‘Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz’ şeklinde bir düzenlemeye yer vermektedir.
Halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 326/4. maddesindeki düzenlemeye göre; temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında, hükümde, yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir deyişle, aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın, sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması aleyhe bozma yasağını oluşturmaktadır.
Aleyhe bozma yasağı, öğreti ve uygulamada lehe yasa yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, aleyhe bozma yasağı, aleyhe bozmama zorunluluğu, yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe yasağı, yaptırımı ve sonuçlarını ağırlaştıramama kuralı olarak da ifade edilmektedir. Ceza yargılamasındaki bu ana kuralın amacı; hükmün aleyhine de bozulabileceğini düşünen sanığın, bazı davalarda istinaf ya da temyiz yasa yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve yasa yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Kanunun açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere; yaptırım ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza ve yaptırım miktarı ile sınırlıdır. Yasa koyucu suçun niteliği veya adı yönünden sanık yararına kazanılmış bir hak tanımamıştır.
Ceza miktarı yönünden kazanılmış hak ise; sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, lehe bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen cezanın ve sonucun önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olmamasıdır.
Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
Sanık hakkında 8 yıl hapis cezasından TCK’nun 62. maddesi uyarınca 1/6 oranında indirim uygulanması sırasında hesap hatası yapılarak: sonuç cezanın ‘6 yıl 8 ay’ yerine, ‘6 yıl’ olarak gösterilmesi sanık hakkında ceza yönünden kazanılmış hak sayılmalı ve aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmayarak sadece eleştirilip ceza miktarındaki kazanılmış hak saklı tutularak hükmün onanmasına karar verilmesi gerekmektedir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay … Ceza Dairesince 11.07.2014 gün ve 3025-5419 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanıklar … ve … hakkında uyuşturucu madde ticareti suçundan kurulan mahkûmiyet hükümleri Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup, itirazın kapsamına göre inceleme, sanık … hakkında kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Sanığın uyuşturucu madde ticareti suçundan mahkûmiyetine karar verilen, suçun sübutu ile fiilin vasıflandırılmasında bir isabetsizlik ve bu kabulde de dosya muhtevası itibarıyla herhangi bir hukuka aykırılık bulunmayan olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 5237 sayılı TCK’nun 62. maddesi ile cezada indirim yapılırken hesap hatası sonucu netice hapis cezasının “6 yıl 8 ay” yerine “6 yıl” olarak belirlenen hükmün yalnız sanık müdafii tarafından temyiz edildiği nazara alındığında, “6 yıl 8 ay” olarak düzeltilerek onanmasına karar verilmesinin mümkün olup olmadığının tespitine ilişkindir.
Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre “karar” kelimesinin anlamı bir iş veya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargıdır. Aynı sözlükte, hukukta karar; herhangi bir durum için tartışılarak verilen kesin yargı, hüküm, olarak ifade edilmiştir. Yine, karar kelimesinin ifade ettiği farklı bir anlam olarak; kesin yargıyı bildiren belge belirtildikten sonra, karar; değişmeyen, düzenli durum, düzenlilik, yöntemlilik ve değişmez olma olarak da tarif edilmiştir. Bu tanımlardan yola çıkıldığında, yargısal karar; bir yargılama işlemi sonunda belli bir yönteme bağlı olarak verilmiş, kesin yargıyı ifade eden belge olarak tanımlanabilir. Bu durumda kararın en önemli özelliği olarak, “kesinlik” karşımıza çıkmaktadır. Kesinlik kelimesinin sözlük anlamı; bir bilginin, bir kanaatin şüpheye düşmeden onaylanması durumudur.
5271 sayılı CMK’nun “Duruşmanın sona ermesi ve hüküm” başlıklı 223. maddesinin birinci fıkrası; “Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra hüküm verilir. Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür”,
“Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” başlıklı 231. maddesinin birinci fıkrası; “Duruşma sonunda, 232 nci maddede belirtilen esaslara göre duruşma tutanağına geçirilen hüküm fıkrası okunarak gerekçesi ana çizgileriyle anlatılır.”,
“Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar” başlıklı 232. maddesinin üçüncü fıkrası; “Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur.”,
Aynı maddenin altıncı fıkrası ise; “Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir.” hükümlerini içermektedir.
Anılan bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, duruşmanın bittiği bildirildikten sonra 5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinin birinci fıkrası uyarınca hüküm verilmesi zorunludur. Bu hükümde gerekçeye yer verilmese dahi, anılan kanunun 232. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca, 223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme imkânının bulunup bulunmadığının, başvuru imkânı varsa süresi ve merciinin tereddüde mahal bırakmayacak şekilde mutlaka belirtilmesi gerekmektedir. Uygulamada bu şekilde gerekçesi açıklanmadan hüküm verilmesine kısa karar denilmektedir. Kısa karar olarak adlandırılan bu hüküm fıkrasının tümüyle duruşma tutanağına geçirilmesi, akabinde okunarak, gerekçesinin ana hatlarıyla anlatılması gerekmekte olup kısa karar yani hüküm bu şekilde açıklandıktan sonra geçerlilik kazanacaktır.
Gerekçeye yer verilmeden sadece kısa karar olarak adlandırılan “hüküm-sonuç” bölümünün açıklanmasından sonra, maddi olayın açıklandığı “sorun” bölümü ile delillerle sonuç arasındaki bağın, yani neden bu sonuca ulaşıldığının anlatıldığı ve hukuki nitelendirmenin yer aldığı “gerekçe” bölümünün hüküm fıkrasına da yer verilmek suretiyle, kısa kararın açıklanmasından itibaren on beş gün içinde yazılması gerekmektedir. Bu şekilde sorun, gerekçe ve hüküm-sonuç bölümünden oluşan karara ise uygulama da gerekçeli karar denilmektedir.
Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş uygulama ve kabullerine göre, hükmün esasını kısa karar oluşturmaktadır. Tutanağa geçirilmesi ve açıklanması suretiyle hukuken geçerlilik kazanmış kısa kararın/hükmün önemine binaen mahkemelerin kısa karar oluştururken son derece dikkatli ve ciddi davranmaları gerekmektedir. Ancak hüküm kurulurken çeşitli hatalar yapılabildiği, örneğin nitelikli haller nedeniyle ceza artırılırken artırım oranlarında, bazen de sonuçlarında hatalar yapılabildiği gibi indirim nedeninin uygulanması sırasında da hesap hatası yapılarak daha az ceza tayin edildiği, hatta nitelikli hal nedeniyle cezanın artırılması yerine indirilmesi yoluna gidildiği, ilgili kanun maddesinde suç için hapis cezası ile birlikte para cezası da öngörüldüğü halde, yalnızca hapis ya da para cezasına hükmedildiği, öngörülmüş cezanın alt sınırının da altında olacak şekilde bir ceza tayin edildiği veya belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması sırasında işlem hataları yapıldığı görülmektedir.
Uygulamada hükmün kurulması sırasında yapılan hatalar, “uygulama hatası”, “hesaplama hatası”, “yazım hatası” şeklinde tasniflere tabi tutulmaktadır. Uygulama hatası; yargılama araçlarının belirli biçimde hatalı takdir edilmelerinden kaynaklanan hukuki yanılgılardır. Hesaplama hatası, cezanın artırımı veya eksiltimi sırasında yapılan matematiksel işlem hatalarıdır. Yazım hataları ise, olağan bir dikkat ve özenin gösterilmesi halinde gerçekleşmeyecek olan isim, yaş vb. bilgilerin yanlış yazılmasıdır. Esasen hesaplama ve yazım hataları da uygulama neticesinde ortaya çıkmış hatalar olduğundan sonuç itibariyle birer uygulama hatasıdır. Kaldı ki bazen yapılan yanlışlığın ne tür bir hata olduğu da tam belirlenememektedir. Örneğin, somut olayda olduğu gibi sonuç cezanın altı yıl sekiz ay yerine altı yılda bırakılması şeklinde bir hatalı uygulamada, sekiz yıldan TCK’nun 62. maddesi gereğince 1/6 oranında indirim yapılırken matematiksel hesap hatasından kaynaklanan bir hesap hatası mı, yoksa mahkemenin 1/6 değil de hatalı olarak daha fazla indirim sağlayan ve oranı da gösterilmeyen başka bir indirim uygulamasından kaynaklanan uygulama hatası mı yâda normalde 6 yıl 8 ay yazılacakken “8 ay” ibaresinin yazımının unutulmasından/atlanmasından kaynaklanan yazım hatası mı olduğu tam olarak belirlenemeyecektir.
Mahkemenin hata yapıldığından bahisle, kısa kararda yer verilmeyen hususlara gerekçeli kararda yer vermesi veya kısa kararı sonradan değiştirmesi usul ve kanuna aykırı olacaktır. Bu konuda öğretide, “Gerekçe ile birlikte hüküm fıkrası tekrar yazılırken, duruşmada yazılıp, okunmuş olan hüküm fıkrasında, yani kısa kararda hiçbir değişiklik yapılamaz. Esas olan, duruşmada okunmuş bulunan hüküm fıkrasıdır.” (Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, İstanbul 2013, … Baskı, s. 714) şeklinde görüşler bulunmaktadır. Ancak yerleşmiş uygulama ve kabullere göre, uygulama ve hesap hataları dışında kalan ve sonuç ceza üzerinde değişikliğe yol açmayan maddi yazım hatalarının yöntem ve zaman sınırlamasına tabi bulunmaksızın, bizzat bu hatayı yapan merci tarafından kendiliğinden veya denetim muhakemesi sonunda verilen bir karardaki uyarı üzerine düzeltilmesi mümkündür.
Temyize tabi kararlar temyiz edilmemesi veya temyizen onanması halinde, kesin nitelikteki kararlar ise verildikleri anda kesinleşmiş olacaktır. Kesinleşen kararda olağanüstü kanun yolları hariç artık hükmün değişme imkânı bulunmamaktadır. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun 4. maddesinde de vurgulandığı üzere, mahkûmiyet hükümlerinin infazı için hükmün kanun gereği kesin ya da kesinleşmiş olması gerekir.
Yargı makamlarınca verilen hükümlerin kesin ya da kesinleşmiş olması bireylerin güven içinde yaşamaları için zorunludur. Her yargılamada gerçeğe, adalet ve hakkaniyete ulaşılması çabası bulunsa da ceza muhakemesinin de bir sonu olmalıdır. Aksi halde ceza muhakemesinin amaçları arasında olan toplumsal barış ve güven sağlanamaz; sürekli bir çekişme ve belirsizlik ortamı varlığını korur. (Veli Özer Özbek, İnfaz Hukuku, Ankara 2015, Seçkin Yayıncılık, 7. baskı, s. 70)
Kesin hükmün bağlayıcı olması nedeniyle bu kararlar değiştirilemez, yerine getirilmesi geciktirilemez. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98. maddesinin 1. fıkrasında; “Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir” hükmüne yer verilmiştir. Görüleceği üzere infaz sırasında, mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği konusunda ya da hükümlü lehine bir kanun yürürlüğe girmesi halinde ancak hükmü veren mahkemeden karar isteneceği belirtilmiş olup kesinleşmiş hükümdeki ceza miktarının hesap hatası yapıldığından bahisle ya da başka bir nedene dayalı olarak artırılamayacağı, değiştirilemeyeceği açıktır.
Uyuşmazlık konusu ile bağlantılı olarak, ilk derece mahkemelerince verilen ve içerisinde hata barındıran hükümlerin temyiz incelemesine konu edilmesi halinde “aleyhe değiştirmeme zorunluluğu” ya da “aleyhe düzeltme yasağı” kavramlarına değinilerek uyuşmazlık çözüme kavuşturulmalıdır.
Cezayı aleyhe değiştirememe yasağı öğreti ve uygulamada; “temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında hükümde yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir anlatımla aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması” şeklinde tanımlanmaktadır.
Cezayı aleyhe değiştirememe yasağı, hükmün temyiz incelemesine başlarken, bakış açısını belirleyen bir usul kuralı olduğu gibi, bozmadan sonraki aşamada da ceza miktarının sınırını belirleyen bir yargılama ilkesidir. Bu sebeple temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilip, inceleme buna göre yapılmalı ve sanık lehine tecelli eden bir hatanın doğuracağı hukuki neticeler aleyhte başvuru bulunmadıkça değiştirilmemelidir.
Latince “reformatio in pejus” olarak adlandırılan, öğreti ve uygulamada ise, “lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme, aleyhe bozmama zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, yaptırım ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe ya da ağırlaştıramama kuralı, aleyhe bozma yasağı” olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine bozulabileceğini düşünen sanığın bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesinin 4. fıkrasında; “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz” şeklinde kanuni düzenlemeye dönüştürülmüştür. Buna göre ceza hukukumuzda genel anlamda bir kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUK’nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek olan “cezayı aleyhe değiştirememe” veya “aleyhte düzeltme yasağı”nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu kuralla ilgili olarak 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 307/4. maddesinde ise; “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz” düzenlemesine yer verilmiştir.
Kanundaki açık düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere; yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza miktarı ile sınırlı olacak, sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, lehe bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen ceza ve sonuç önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olamayacaktır.
Gerek bozma ilamında, gerekse yerel mahkemece bozmadan sonra kurulan hükümde yaptırım ve sonuçları aleyhe değiştirme yasağına aykırılığın söz konusu olup olmadığı önceki ve sonraki hükümlerde yer alan ceza ve yaptırımların tüm yönleri ile karşılaştırılması suretiyle belirlenecektir.
Ceza Genel Kurulunun 20.06.2006 gün ve 124-165 sayılı kararında; istinaf ve temyiz kanun yolları bakımından pozitif hukukumuzda yer alan “cezanın aleyhe değiştirilmemesi” ilkesinin, ceza muhakemesinin mutlak ve vazgeçilemez değerleri arasında yer alan ve evrensel hukukun benimsediği bir ilke olmadığı, kanunun düzenleniş biçimi ve amacı itibarıyla, asıl ceza yargılamasında verilen kararlara karşı kesin hükme kadar masumiyet karinesinden yararlanma hakkı bulunan sanığın temyiz kanun yoluna başvurudan çekinmemesini temine yönelik bir prensip olduğu açıklanmıştır.
Belirtildiği üzere aleyhe değiştirme yasağı münhasıran “cezalar” ile ilgili ve sınırlı olup, fiilin nitelendirilmesinde ve suç adının belirlenmesinde geçerli değildir. Cezalar 5237 sayılı TCK’nun 45. maddesinde; hapis ve adli para cezaları olarak sayıldığından, cezalar arasında sayılmayan güvenlik tedbirleri ile diğer müesseselerin bu yasak kapsamda değerlendirilemeyeceği Ceza Genel Kurulunca duraksamasız olarak kabul edilegelmiştir.
Uyuşmazlığın sağlıklı şekilde çözüme kavuşturulması açısından hatalı oluşturulan hükmün yalnız sanık lehine temyiz edilmesi halinde aleyhe değiştirmeme zorunluluğu ya da aleyhe düzeltme yasağı kuralı çerçevesinde sonuç cezanın kanun yoluna başvuruda önemi ve Yargıtay ilgili dairesinin ne şekilde karar vereceği hususuna da değinmek gerekecektir.
1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 305. maddesi uyarınca, ceza mahkemelerince verilen hükümlerin temyize tâbi olmaları kural, temyiz edilememeleri ise istisnadır.
14.04.2011 gün ve 27905 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 23. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nun 272. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde; “Hapis cezasından çevrilen adlî para cezaları hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen 3.000 Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı istinaf yasa yoluna başvurulamayacağı” şeklinde yapılan değişiklik ve aynı kanunun 26. maddesi ile 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanuna eklenen; “Bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hapis cezasından çevrilenler hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulamaz” şeklindeki geçici 2. madde göz önünde bulundurulduğunda, 14.04.2011 tarihinden sonra, doğrudan hükmolunan 3.000 Türk Lirası ve daha az miktardaki mahkûmiyet hükümlerinin temyizi mümkün değildir.
Temyize getirilen bu istisnadan anlaşılacağı üzere kısa karardaki ve dolaysıyla hükümdeki sonuç cezanın kanun yollarına başvuruda belirleyici bir unsur olduğu açıktır.
Ceza Genel Kurulunun 11.03.2014 gün ve 532-126, 12.03.2013 gün ve 1515-202 ile 21.12.20.. gün ve 230-264 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı gibi, kesin nitelikteki hükümler ancak kesinlik sınırını aşar nitelikte yaptırım içermek şartıyla suç vasfına yönelik ya da suç niteliği doğru belirlenmesine rağmen yanılgılı bir uygulama ile kesinlik sınırı içinde kalan cezaların verildiği hükümlere karşı yapılan aleyhe başvuru üzerine temyiz denetimine konu olabilecektir. Yani doğru uygulama yapıldığında kesinlik sınırı içinde kalmayacak bir hükmün, hatalı uygulama (hesap hatası, uygulama hatası gibi) neticesinde -ortaya çıkan sonuç ceza itibariyle- kesinlik sınırı içindeyse aleyhe temyiz bulunmadığı durumda temyize konu olması mümkün değildir.
1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 320. maddesinde; “Yargıtay, temyiz dilekçesi ile layihasında irad olunan hususlar ile temyiz talebi usule ait noksanlardan dolayı olmuş ise temyiz dilekçesinde bu cihete dair beyan edilecek vakıalar hakkında tetkikler yapabileceği gibi hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi bu hususu tetkik eder”,
321. maddesinde; “Yargıtay, aleyhine itiraz olunan hükmü hangi cihetten kanuna muhalif görmüşse o cihetten bozar.
Hükmün bozulmasına sebep olan kanuna muhalefet keyfiyeti, bu hükme esas olarak tespit edilen vakıalarda olmuş ise bu muameleler dahi aynı zamanda bozulur”,
322. maddesinde ise; “Hükme esas olarak tespit edilen vakıalara tatbikinde kanuna muhalefet edilmesinden dolayı o hüküm bozulmuş ise Yargıtay aşağıda yazılı olan hallerde kendisi davasının esasına hükmeder.
1. Vakıanın daha ziyade aydınlanması gerekmeden beraete veya davanın düşmesine yahut aşağı – yukarı haddi olmayan sabit bir cezaya hükmolunması icabederse,
2. Yargıtay Başsavcılığının iddiasına uygun olarak suçluya kanunda yazılı cezanın en aşağı derecesini uygulamayı uygun görürse,
3. Mahkemece sabit görülen suçun unsurları ve vasfı ve cezası hükümde doğru gösterilmiş olduğu halde sadece kanunun madde numarası yanlış yazılmış ise,
4. Hükümden sonra yürürlüğe giren kanun suçun cezasını azaltmış ve mahkemece suçluya ceza tayininde artırma sebebi kabul edilmemiş veya yeni bir kanun ile fiil suç sayılmamış olmaktan dolayı birinci halde daha az bir cezanın hükmü ve ikinci halde hiç ceza hükmolunmaması gerekirse,
5. Açıkca tespit edilmiş olan suçlunun doğum ve suç tarihlerine göre ceza tayininde gerekli indirme yapılmamış veya yanlış olarak indirme yapılmış ise,
6. Arttırma veya indirme sonu ceza müddeti veya miktarını tayinde maddi hata yapılmış ise,
7. Hükmedilmiş olan ceza yerine Ceza Kanununun 29 uncu maddesince adli tevbih kararı verilmesi icabederse,
8. Ceza Kanununun 29 uncu maddesindeki tertibin gözetilmemesi yüzünden eksik veya fazla ceza verilmiş ise,
9. Harçlar Kanunu ile yargılama giderlerine ilişkin hükümlere ve Avukatlık Kanununa göre düzenlenen ücret tarifesine aykırılık yapılmışsa.
Sair hallerde Temyiz Mahkemesi işi yeniden tetkik ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan mahkemeye veya o derecede diğer civar bir mahkemeye gönderir.” hükümleri yer almaktadır.
Temyiz yargılama makamı olan Yargıtay’ın görevi, kural olarak, denetimini yaptığı hükümde hukuka aykırılık bulunup bulunmamasına göre hükmü bozmak veya onamaktır. Temyiz incelemesi sırasında Yargıtay, temyiz nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlığı çözecek nitelikte bir karar verecektir. Temyiz edilen hükümde hukuka aykırılık bulunmaması halinde hüküm onanacak, hukuka aykırılık bulunması halinde ise CMUK’nun 321. maddesine göre hüküm bozulacak ya da bozulan hüküm yerine aynı kanunun 322. maddesine göre Yargıtay’ca davanın esasına hükmedilecektir. Buna göre; Yargıtay temyiz dilekçesinde ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın son karara etkili olan tüm kanuna aykırılıkları inceleyip, aykırılık saptaması halinde de bozma kararı verme hak ve yetkisine sahiptir. Bu konuyla ilgili olarak getirilen sınırlamalar, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesinin son fıkrasında yer alan, “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz” kuralı ile 05.03.1941 gün ve 50-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, katılanın münhasıran kendi şahsi haklarına hasrettiği temyiz istemi üzerine, sanık lehine bozma yapılamamasıdır. Bu iki istisna dışında, Yargıtay’ca incelenen ve kanuna aykırılık taşıdığı belirlenen bir hükmün, temyiz edenin sıfatı nazara alınarak, sanık lehine veya aleyhine bozulmasına bir engel bulunmamaktadır.
Temyiz nedenini oluşturacak hukuka aykırılıklar kanunun 307 ve 308. maddelerinde gösterilmiştir. CMUK’nun 307. maddesinin 1. fıkrasında, “Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit olur” denildikten sonra 2. fıkrasında, “Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlış tatbik edilmesini” kanuna muhalefet olarak belirtilmiş, 308. maddesinde ise sekiz bent halinde gösterilen hususlarda kanuna “mutlaka muhalefet” edilmiş sayılacağı kabul edilmiştir.
Bu maddelere göre, Yargıtay temyiz nedenleriyle bağlı olmaksızın, temyiz dilekçesinde ileri sürülsün veya sürülmesin son karara etkili olan tüm hukuka aykırılıkları kendiliğinden inceleyip hükmü bozabilecektir. Yargıtay’ca yapılacak denetimde, mevcut delillerin yerel mahkemece yanlış değerlendirildiği ve bu nedenle somut olaya ilişkin hukuki nitelemenin yanlış yapıldığı sonucuna varılırsa, karar esastan bozulmakla birlikte, uygulanması gereken hukuki kurallar da gösterilmelidir. Lehe temyiz davasında ise, suç niteliğinin belirlenmesinde yanılgıya düşüldüğü belirlenirse, cezanın tür ve miktarı yönünden önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacağı şartı ile kanuna aykırı olan hükmün bozulmasına karar verilmeli, suç niteliği dışındaki sair hallerde ise, yol göstermek ve uygulamada birliği sağlamak amacıyla eleştiri ile yetinilerek, aleyhe temyiz olmadığı vurgulanmak suretiyle hüküm onanmalıdır.
Buna göre eleştiri, temyiz mahkemesince aleyhe temyiz bulunmaması veya sonuca etkili olmaması nedeniyle mutlak bozma sebebi teşkil etmeyen bir hukuka aykırılığa uyarıcı, öğretici ve yol gösterici nitelikte işaret edilmesi olup, kural olarak “onama” kararlarında söz konusudur. Hükmün sanık lehine belirlenen hukuka aykırılıklar veya zorunluluklar nedeniyle bozulması durumunda sanığın aleyhine tespit edilen hukuka aykırılıklar da bozma sebebi yapılmalı ve hükmün lehe-aleyhe bozulmasına karar verilmelidir. Aksi takdirde sanığın; önceki yanılgılı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezadan, ikinci kez mahkûmiyetin sonuçlarını da kapsayacak şekilde yararlandırılmasını sağlayacak, sanığa daha önce bir kez tanınmış olan atıfet genişletilmek suretiyle, hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına, adalet ve eşitlik ilkelerinin zedelenmesine yol açılmış olacaktır.
Bu genel açıklamalardan sonra temyiz incelemesi sırasında hükümdeki uygulama, hesaplama ve maddi (yazım) hatalarının aleyhe temyiz olmaması halinde nasıl değerlendirilmesi gerektiği tartışılmalıdır.
Hükümdeki isim, yaş vb. bilgilerin yanlış yazılmasından kaynaklanan maddi (yazım) hataları aleyhte değiştirme yasağı kapsamında olmadığından Yargıtay’ca düzeltilebileceği aşikardır.
Kanun maddesinin yanlış yorumlanmasının söz konusu olduğu, hâkimin takdirine bağlı ve bilinçli uygulamalardaki hata ve aykırılıkların yani uygulama hatalarının aleyhte değiştirme yasağı kapsamında kalacağı, suç tarihi, sanığın ismi, yaşı vb. şekildeki yazım hatalarının ise bu yasak kapsamında değerlendirilemeyeceği konusunda da tereddüt bulunmamaktadır.
Hesap hatalarının ise bu yasak kapsamında kalıp kalmadığı konusunun, hesap hatasının sonuç cezaya etkisi gözetilerek çözümlenmesi gerekmektedir. Çünkü 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek olan “cezayı aleyhe bozma veya düzeltme yasağı”nın konusunu temel ceza ya da indirim-artırım sırasındaki ara ceza miktarı değil sonuç ceza oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, cezanın belirlenmesi aşamasında artırım ya da indirim yapılırken hesap veya yazım hatası yapılıp bir sonraki hesaplamanın yapıldığı yada sonuç cezanın açıklandığı fıkrada bu hatadan dönülerek doğru sonuca ulaşılmış, dolaysıyla aradaki hesap ya da yazım hatası sonuca etkili olmamış ise, yapılan hesap ya da yazım hatası “cezayı aleyhe bozma veya düzeltme yasağı” kapsamında kalmayacak, aksi halde, yani yapılan hesap yada yazım hatası, sanığın daha az ceza almasına yol açacak şekilde sonuç cezanın belirlenmesine yol açmış ve hüküm bu sonuç üzerine kurulmuş ise, hatalı da olsa açıklanan ve hükmedilen bu ceza miktarı anılan kurala konu olacaktır. Aleyhe temyiz bulunmadığı halde sonuç cezanın hesap hatası, yazım hatası denilerek düzeltilmesi veya kazanılmış hak saklı tutulmadan bozmaya konu edilmesi 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 326/4. maddesindeki amir kurala aykırı olacaktır.
Nitekim Ceza Genel Kurulumuz da çeşitli kararları ile, hesap hatası yapılan hükme ilişkin lehe temyiz davasında aleyhe düzeltmeme zorunluluğuna açıklık getirmiş ve ‘temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilerek, incelemenin buna göre yapılması gerektiği, sanık lehine tecelli edecek bir hatanın tazammun edeceği hukuki neticelerin aleyhte tevessülatta bulunmadıkça değiştirilemeyeceği’ (31.01.1949 gün ve 171-35),‘ilk hüküm sanık tarafından temyiz edilmeyerek kesinleşmiş olsaydı durum ne olacak idiyse, lehe temyizin bu durumu değiştirmemesi gerektiği’ (19.06.1967 gün ve 114-162, 13.04.1964 gün ve 154-167), ‘hesap hatası sonucunda eksik tayin edilen hapis cezasının ceza miktarı yönünden kazanılmış hak oluşturacağı’ (07….2008 gün ve 198-211) vurgulamıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Mahkemece sanık hakkında uyuşturucu madde ticareti suçundan hüküm kurulması sırasında 5237 sayılı TCK’nun 188/3, 192/3. maddeleri uyarınca 8 yıl hapis ve 800 gün adli para cezası verildikten sonra aynı kanunun 62. maddesi ile cezada indirim yapılırken hapis cezasının “6 yıl 8 ay” yerine “6 yıl” şeklinde belirlenmesi suretiyle sanığın sonuç olarak 6 yıl hapis ve 13.320 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiş olup hükümdeki sonuç ceza hatasının, TCK’nun 62. maddesi uyarınca uygulanan indirimin 1/6 oranında uygulandığının açıkça gösterilmesi nedeniyle “uygulama hatası” niteliğinde olmadığı, indirim sırasında bulunan “6 yıl” şeklinde belirlemenin bir sonraki paragrafta “netice itibariyle sanığın 6 yıl hapis” cezasıyla cezalandırıldığının ayrıca vurgulanması ile de 8 aylık cezanın yazımının unutulması gibi bir “maddi hata” kapsamında da kalmadığı, dolayısıyla hatalı sonuç cezanın hesaplama hatasından kaynakladığı, ortaya çıkan yerel mahkeme hükmünün yalnız sanık müdafii tarafından temyiz edildiği ahvalde Özel Dairece cezanın 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 321. maddesi uyarınca 6 yıl 8 aya çıkartılması suretiyle düzeltilerek onanmasının aynı kanunun 326/son maddesinde tanımlanan aleyhe düzeltme yasağına aykırı olduğu kabul edilmelidir.
Öte yandan sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesi tatbik edilirken, Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 08….2015 tarih ve 140-85 karar sayılı iptal kararının gözetilmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, özel Dairenin düzeltilerek onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün 5237 sayılı TCK’nun 62. maddesi uyarınca sanığın cezasından indirim yapılırken hesap hatası yapılması sonucu noksan ceza tayin edilmesi eleştirilerek ve aynı kanunun 53. maddesi yönünden düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi …; “Öğretide, hesap hataları gibi maddî yanılgıların ‘aleyhe değiştirmeme kuralı’nın dışında kaldığı kabul edilmektedir:
‘…Temel ceza üzerinden yapılan artırma, indirmede hesap hatası yapılması gibi maddî hataların yasağın (aleyhe bozma yasağının) dışında kabulü doğru olacaktır. Yargıtay … maddi hataları dahi yasağa dahil saymakla bu kuralı izah eden fikirlere aykırı bir yön seçmiştir. Hesap hatalarını yasağa dahil sayan içtihat ise pek mahzurludur.’ (Faruk Erem, Aleyhe Bozma Yasağı, Ankara Barosu Dergisi, Yıl 1967, cilt 24, sayı 4, s. 618-619).
‘Bu yüzden maddede geçen ceza kavramının içine elbette yargılama giderlerinin yanı sıra istençli (iradi) ve mantıki akış sürecinin sağlıklı sonucu olmayan, bilinç dışı kalan, düşünce ile istenç (irade) arasındaki kopukluğun ürünü bulunan çıkarma gibi maddi yanılgılar girmeyecektir.’ (Sami Selçuk, Yaptırımı (Cezayı) ve Sonuçlarını Ağırlaştıramama Kuralı ve Ülkemizdeki Düzenlemeye ve Uygulamaya Eleştirel Bir Bakış, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Ekim 2011, cilt 1, sayı 7, s. 42).
‘Aleyhe değiştirme yasağının kapsamına giren yaptırımdır (cezadır). Bu yaptırım (ceza) kavramının içine elbette ceza niteliği olmayan yargılama giderleri girmez. Ayrıca ceza kavramının içine iradî ve mantıkî akış sürecinin sağlıklı sonucu olmayan, bilinç dışı kalan, düşünceyle irade arasındaki kopukluğun ürünü bulunan toplama, çıkarma gibi maddî yanılgılar (maddî hatalar) kural dışında kalır.’ (Ali Rıza Çınar, Prof. Dr. Nur Centel’e Armağan, Beta Basım, 2013, s. 658).
‘Kanımızca, bilinçli bir iradenin ürünü ve mantıklı bir akış sürecinin sonucu olmayan, toplama ve çıkarma hataları, örneğin cezadan artırım ve indirim yapılırken yapılan hesap hataları ile cezaların toplanması sırasında yapılan hatalar, cezanın nitelikli bir hal nedeniyle artırılmasına karar verildiği halde indirim yoluna gidilmesi gibi uygulamada ve doktrinde maddi hata olarak nitelendirilen haller bakımından aleyhte değiştirme yasağı kabul edilemez.’ (Seydi Kaymaz, Ceza Muhakemesinde Aleyhte Değiştirme Yasağı, Prof. Dr. Nur Centel’e Armağan, Beta Basım, 2013, s.1443).
Yargıtay Ceza Genel Kurulu da 11.02.2014 tarihinde verdiği kararında, hesap hatalarının aleyhe değiştirmeme kuralının dışında kaldığı sonucuna varmıştır:
‘Yerel mahkemece, taksirle yaralama suçundan sanık hakkında adli para cezası belirlenirken 5237 sayılı TCK’nun 89/1. maddesi uyarınca takdir edilen 120 tam gün sayısının, aynı kanunun 52/2. maddesi gereğince bir gün karşılığı olarak takdir edilen 20 TL miktar ile çarpılması sırasında hesap hatası yapılmak suretiyle ‘2400 Lira’ yerine ‘2.240 Lira’ olarak eksik ceza tayin edilmiş olup, adli para cezasının hesaplanmasında esas alınacak olan tam gün sayısı ile bir gün karşılığı olarak belirlenen miktarın çarpılması sırasında iradi olmaksızın, diğer bir ifadeyle işlem hatası yapıldığı anlaşıldığından, sanık aleyhine temyiz bulunmasa dahi, yerel mahkemece yapılan basit matematik hatasına ilişkin aykırılık nedeniyle sonuç adli para cezasının ‘2400 Lira’ olarak belirlenmesi suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmesi yerindedir.’ (CGK, 11.02.2014, 2013/70 esas ve 2014/57 karar).
Somut olayda yerel mahkeme, uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanık Fesih hakkında TCK’nun 188. maddesinin 3. fıkrası ve 192. maddesinin 3. fıkrası uyarınca verdiği 8 yıl hapis cezasından, aynı kanunun 62. maddesi gereğince altıda bir oranında indirim yaparken, sonuç hapis cezasını 6 yıl 8 ay yerine, hesap hatası nedeniyle 6 yıl olarak eksik belirlemiştir. TCK’nun 62. maddesinde öngörülen indirim oranı en fazla altıda bir olup mahkeme bu oranı seçtiği halde, aritmetik işlem sırasındaki hatadan dolayı hapis cezasını eksik hesaplamıştır. Mahkemenin açık iradesi ile uyuşmayan bu yanılgının, aleyhe değiştirmeme kuralı kapsamında olduğu ileri sürülemez.
Çoğunluğun görüşü kabul edildiği takdirde, ‘uyuşturucu madde imal etme’ suçundan TCK’nun 188. maddesinin 1. fıkrası uyarınca belirlenen 24 yıl hapis cezasından, TCK’nın 62. maddesi gereğince altıda bir oranında indirim yapıldığı (yapılabilecek en fazla indirim oranı) belirtildikten sonra, sonuç hapis cezasının 20 yıl yerine 2 yıl olarak gösterilmesi de ‘aleyhe değiştirmeme kuralı’ kapsamında sayılacaktır.
Gerek ceza hukuku gerekse ceza muhakemesi hukuku, yanılgılara değil, gerçek iradeye değer verir. Hâkimin gerçek iradesi ile açıkça çelişen ve herkesin kolaylıkla anlayabileceği nitelikteki bu tür hesap hatalarının, aleyhe değiştirmeme kuralının kapsamında kaldığına ilişkin düşünce, ceza hukukunun genel ilkelerine aykırıdır.
Açıkladığım nedenlerle, yerinde olmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazının reddine karar verilmesi gerektiği kanısını taşıdığımdan, çoğunluğun aksi görüşüne katılmıyorum” düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan dokuz Genel Kurul Üyesi de; benzer düşünceyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay … Ceza Dairesinin … gün ve …-… sayılı düzeltilerek onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesi tatbik edilirken, Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 08….2015 tarih ve 140-85 karar sayılı iptal kararının gözetilmesinde zorunluluk bulunduğundan yerel mahkeme hükmünün bu nedenle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, ancak yeniden yargılama gerektirmeyen bu hususta aynı Kanunun 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan, hükümde TCK’nun 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün yerine, “Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 08….2015 tarihli, 140-85 sayılı iptal kararı gözetilerek sanık hakkında TCK’nun 53/1-2-3. maddesinin uygulanmasına” cümlesinin eklenmesi ve “5237 sayılı TCK’nun 62. maddesi uyarınca sanığın cezasından indirim yapılırken hesap hatası yapılması sonucu noksan ceza tayin edilmesi, temyiz edenin sıfatına göre bozma nedeni yapılmamıştır” eleştirisi yapılması suretiyle, sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 01.12.2015 günü yapılan ilk müzakerede yeterli yasal çoğunluk sağlanamadığından 15.12.2015 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.